27 Mayıs 2015 Çarşamba

"Kana Davet" Başlıklı Yazısı ile Sevgili Gizem'in Blog'undan...


...Ben polisiye türüne çok aşina değilim, bu türden okuduğum kitaplar 5-6 tane olmalı. O yüzden "bir polisiye kitap nasıl olmalı" çok fikrim yok; ancak söyleşide de bu konu üzerine konuştuğumuzda şunu belirtmiştim: Her roman türünde olduğu gibi -fantastik ve bilim kurgu hariç tabiki de- gerçekçilik çok önemli. Mekân ve zaman kurgusunda gerçeklikten sapma olmamalı. Polisiye elbette biraz çetrefilli olmalı, merak ettirmeli, kurgusu çok iyi tasarlanmalı ve olay örgüsünde açık olmamalı....

Kitap Ağacı Bursa Ailesi ile gerçekleştirdiğimiz mütevazi buluşmamızda, o kadar sıcak temaslar sağladık ki kitap dostları ile; tarifi imkansız. Israrla kendimi bir yazar olarak görmediğimi belirtmeme rağmen, kitap sever dostların Kana Davet'e olan ilgileri kendimi "yazar" olarak hissetmemi sağladı. İşte bunun en somut örneği ise, sevgili Gizem'in parmaklarından dökülenler... 
Gizem'in Blog Yazısı



24 Mayıs 2015 Pazar

Acemi Yazar Tutulması

Saat 04:34. Mayıs 25'in ilk saatleri. Şuan başlayan dinin çağrısı... Ortaköy'ün birkaç saat önce durulmaya başlayan caddelerinin, birkaç saat sonra beşer hengamesine boğulacak olması... Güneşin aldığı evren terbiyesi gereği görevini yerine getirmesi ve diğer yarım kürenin karanlığa gömülmesi. Sabahın nasibine çıkacak balıkçılar kadar, yuvada bekleyen yavrularına yiyecek getirme telaşına düşecek kuşların eli kulağında cıvıltıları... Ultrabookun mekanına çöken uzun bacaklarım, üst baldırlarımı yakmaya başlayan teknoloji... Kül tablasında sönmüş izmaritlerin sayısının, pakette kalanlardan daha fazla oluşunun çıkmazı... Tekrarı başlayan omuz sancısı ve antrenman sonrası için almayı unuttuğum ton balığı... Akvaryumdaki balıkların tepede yanan lambadan dolayı küfrettiklerini düşünme durumu... Adres sorduğun esnafın, en az senin kadar buraların yabancısı olması... Üç saat kadar önce altı kapatılan çayın fiyaskosunun, acı tadı mı yoksa soğumuş olması mı kararsızlığı...Bu sırada kül tablasına yeni bir izmariti basmanın getirdiği sigarasız kalma tedirginliği hissettirmesi... Uyuşmaya başlayan bacağın mı yoksa vücut metabolizmandaki rahatlığın bozulacağı tercihi mi...
Bana bakmaya devam eden solungaç solunumluların küfür etme düşüncelerinin kuvvetlenmesi...
Gece boyunca çok eğlenen üst kat komşu çiftinin eğlencesine şahitlik etmek zorunda kalışın, şuan fark edilmesi... Acı tecrübenin, sineye çekilmesi... Granüllü endoplazmik retikulum ile granüzlsüzünün akrabalık ilişkilerinin derecesini merak etme gereksizliği...

Mevlana-Şems, Batman-Robin, Vokta-Enerji... Favori ikili seçimi...  Tüm bu gereksizlik eylemlerinin yazdıkça çoğalmasına anlam veremiyorken, yazamamak...

14 Mayıs 2015 Perşembe

Polisiye Nedir

Polisiye Nedir?

Polisiye terimi ilk başta akıllarda resmi bir kurum algısı oluştursa da aslında hayatımızın her alanında yer alan bir beyin işlevselliğidir. Bu noktayı yazının ilerleyen bölümlerinde ele alacağım. Öncelikle benim gözlemlerime göre, edebiyatta polisiye - aksiyon türlerinin ayrımının yapılamıyor olmasına değinmek istiyorum.
Bahsi geçen türlerin asla bir kalıbı, kesin çizgileri ya da değiştirilemez kanunları yoktur aslında. Lakin o kadar çok ortak noktaları vardır ki, bu da polisiyenin diğer türler arasında eriyip gitmesine, homojenliğini kaybetmesine sebep oluyor. 

Şimdi "Polisiye Nedir" sorusunu kendinize sormanızı istiyorum. Polisiyeden beklentiler nelerdir? Vakti ile katıldığım bir edebiyat kulübü ile gerçekleştirdiğimiz toplantılar ve Kana Davet'in imza günlerinde karşılaştığım, okuyuculardan aldığım o kadar farklı yorumlar var ki! Bir polisiye eseri, 300 (üç yüz) sayfadan aşağı olmamalı; içinde kan sıçramış duvarlar, çürümüş ceset kokusu, her sayfasında aksiyon, bitmeyen bir macera olmalı gibi arzulara şahitlik ettim. Altını çizerek belirttiğim kısımları "ayrım" bölümünde ele alacağım. Öncelikle 300 (üç yüz) sayfa faciası hakkında konuşalım.
Agatha Christie'yi tanımak, adını ve namını duymuş olmak için bir polisiye okuru olmaya ihtiyaç yoktur. Olmamalı da! Sıkı bir okuyucu ve takipçisi olduğum İngiliz yazar birkaç çalışması dışında bu kıstas aralığında başka kitap yazmamıştır. Ölümünün ardından 39 yıl geçmesine ve ilk romanı Ölüm Sessiz Geldi (The Mysterious Affair At Styles)  1920 yılında yayınlamasına rağmen hala satmaya ve kendini okutmaya devam ediyorsa; ve bu başarının haklı unvanı "Polisiyenin Kraliçesi" ile övgülerle adı anılıyorsa Agatha Christie'nin, sayfa sayısı ile değer biçme eyleminin kati suretle haksızlık olduğu görüşü kesin hükmümdür.
Kaldı ki hangi edebiyat türüne bu yaklaşım ile bir kaygı yükleyebiliriz? Hayatımızı değiştirecek, beynimize düşüncelerimize duygularımıza yön verecek sadece 100 sayfalık kitaplar var tozlu raflar arasında. Sokrates'in Savunası, Dreyfus Olayı, Satranç ya da Simyacı şuan aklıma gelen birkaç kitap yalnızca.
Aslında okur, tek taraflı ve dar açılı pencereden baktığı takdirde bu talebinde haklı diyebilirim. Edebiyat dünyasında yer edinebilme mücadelem sırasında, camiaya çeşitli alanlarda dahil olan isimlerin "kitabını kalınlaştır" tavsiye!!!lerine şahitlik ettim Ticaret sektöründe piyasa içinde kendisine yer bulabilmiş bir sermayenin, yayın evi bağlantılı ilişkilerinde bu tavsiyeler ne yazık ki nefes alıp vermeye ve edebiyata yön vermeye devam ediyor. Bu noktada okuyucunun düştüğü zafiyeti de inceleyeceğiz. 

Polisiye ve Aksiyon

Polisiye aksiyon
Yukarıdaki bağlantılarda polisiye-aksiyon terimlerinin edebiyat içerisindeki tanımları yer almakta. Kendi yorumlarımız ile ilerleyelim.
Başlamadan belirtmek isterim ki, yazılarım hiçbir suretle kesin hüküm taşımamakta ve yalnızca kendi kanaatimi barındırmakta. 
Okuduğum bir kitapta ve bulunduğum sayfada bir "olay" yaşanıyorsa; bu olayı yazar kendi tarzı ile süslüyor ve tasvirler yardımı ile sayfa kalınlaştırıyorsa, takip eden sayfalarda ise okuyucuya heyecan veren içine dahil eden "olayı" kendisi bizzat açıklıyor ise, ben bu kurgulara aksiyon-macera derim. 

Polisiye bir beyin jimnastiği eylemidir. Okuyucuya kitabı kapattıran, kendi zihninde 5N1K oynatan bir sistemdir. Yazar ile okuyucunun karşılıklı satranç savaşıdır. Kareli tahta üzerinde figürler ile oynanan bir oyundan bahsetmiyorum, ikinci kalitede hamur kayıt üzerindeki kuru mürekkeple yapılan savaştan bahsediyorum. 
Polisiye kurgusunda olayın seremonisi okuyucuyu cezp eder. "Kapalı kapının çatlak eşiğinden sızarak koridora ulaşan kan kümesi, cinayet ekibi bölgeye gelene kadar pıhtılaşıp kurumuş, pis zemin üzerinde kara bir delik halini almıştı. Kapıya yaklaştıklarında içeriden gelen çürük et kokusunu burunlarında hissetmeye başlamışlardı. Metal bir cisim ile defalarca darbeler almış, adeta bir aslan tarafından pençelenmiş gibi yorgun duran kapıyı ayaklarının hemen bitişiğindeki insan kanına basmamaya özen göstererek ayak ucu ile itti  Kenan. İnleyen bir insan sesini andıran gıcırdama ile açılan menteşeli ahşabın ardından gördükleri bir an içinin kalkmasına sebep oldu. Ağzının içine dolan mide öz suyunu biyolojik delilleri kaybetmemek adına kapı ardına çıkardı. Tekrar aralık kapıdan içeri girerken ise polo tişörtünün yakasını ağzını ve burnunu kapatacak şekilde yukarı çekmişti. Paslı bir karyola üzerindeki koyu kırmızıya bulanmış yatakta çıplak bir kadın cesedi yatmaktaydı. Gırtlağı kesici bir alet ile parçalanmış, suratı ise asitli bir kimyasal tarafından yakılmıştı. Sararmış cesedin yanı başında ise kesik bir el duruyordu."

Tırnak içindeki kurgu ayaküstü kurguladığım bir olay. Tablo vahşet içeriyor. Süslenebilirliği yüksek bir kompozisyon. Şimdi polisiye ve aksiyon yazarının ayrımına gelelim lafı daha fazla uzatmadan. 
Aksiyon: SON; evlenme teklifini reddeden genç kızı suratına kezzap dökerek, elini ve boğazını keserek öldüren vahşi adam tutuklandı.
Polisiye: SON; şeriat kuralları gereği evlenme teklifini reddeden genç kızı şeriat hükmü ile öldüren zanlı, hırsızlık yaptığını bildiği kadının elini de kestiğini itiraf etti. 

İlk finalde, sonuç odaklı bir durumun söz konusu olduğunu görmek mümkün. Çünkü burada yazar okuyucuyu konuya dahil etmek istememiş, tüm kurguyu kendi yönlendirmiştir. İkinci finalde ise okuyucu eğer isterse katilin ritüelini görebilir, yüz yakma ve el kesme noktalarına yoğunlaştığı takdirde "şeriat" kanunlarını fark edebilir. 

Sonuç olarak; tepeden güneşin kavurduğu yaz gününde terk edilmiş bir köy villasının bahçesinde duran yaşlı adamın titrek elleri ile cebinden çıkardığı paslı tütün tabakasından alıp sararmış bıyıkları altındaki çatlak dudakları arasına yerleştirdiği tütün sarmalını diğer cebinden çıkardığı ve sızlayan nasırlı elleri ile kutusuna sürterek yaktığı kibrit çöpü ile tutuşturduktan sonra umarsızca savurduğu kibrit çöpü bir orman yangınına sebep olmayacaksa; bu karakter sigara kullanmamalı polisiyede.







Sorusu ile birlikte bu üçgen bir süre beklesin.(cevap süreniz 15 saniye)
(resim ve tema onedio sayfasından alıntıdır)









Günlük Hayatımızda Polisiye

Yukarıdaki görselde yer alan soruyu belirtilen sürede cevaplayıp aklınızda tutunuz. 

Teknik tabirden uzaklaştığımız takdirde hayatımızda yer alan olaylar örgüsünden de birer polisiye motifi çıkartabiliriz. Aslında her birimiz sabah yatağımızdan kalktığımız andan itibaren birer dedektif kılığına bürünüyoruz. 
Lavaboda yüzümüzü yıkadıktan sonra ıslak bornozu fark ettiğimiz an, eşimizin "yine havluyu kullanmak yerine ellerini bornoza sildiğini" görüyoruz mesela. 
Mutfakta tezgah üzerinde duran kirli bir tatlı kaşığı, ev arkadaşımızın gece kalkarak nutellayı kaşıkladığını gösteriyor bize. 
Evden çıkarken kapı önündeki ayakkabılarınızın dağınıklığı, apartman görevlisinin işini savsakladığını gösteriyor.
Bindiğiniz dolmuşta kolunu camdan sarkıtan şoförün avuç içinde sakladığı sigara, kuralları çiğnediğini ve bunu saklama gayreti içinde olduğunu gösteriyor.
İş yerinizde sümsük olarak tanımladığınız bir arkadaşınızın bir dirhem bir çekirdek giyimi, akşam için özel bir buluşmaya gideceği algısı oluşturmalı zihninizde.
Hasta olduğu için işe gelmeyen arkadaşınızın sabahın erken saatlerinde whatsapp'ta çevrim içi olması yalan söylemiş olabileceğini düşündürmeli.
Öğle arasında gittiğiniz bir yemek evinde hesabı ödemek üzere kasaya yanaştığınızda, elinizdeki yirmi lirayı gören ve hala çantanızda cüzdanınızı aradığınızı fark eden kurnaz esnafın on beş liralık menü için "yirmi lira versen yeter abla" dediğinde kazıklandığınızı anlamalısınız.
Sokakta on beş yaşında bir genci sigara içerken gördüğünüzde, "nasıl anne baba bunlar, çocuklarına sigara içiriyorlar" demek yerine "kendisini ifade etme adına büyüklerine özenerek kötü alışkanlıklara sürüklenen bir genç" yorumu yapabilirsiniz ya da...

bu örnekler o kadar çoğaltılabilir ki. Her eylemde kendinize sorular sormaya ve açınızı değiştirmeye devam ederseniz, siz de kendi dedektifçilik oyununuzun tadını her gün tadabilirsiniz.

şimdi gelelim üçgenlere. yukarı bakmayacağınıza eminim. Yukarıdaki üçgen, ne renk?

Eğer cevap için tekrar resme bakmışsanız kendinizi kandırmayın lütfen! Yalnızca verilene itaat ediyor ve polisiyeden zevk alamıyorsunuz. 
Fakat ilk anda "MAVİ" üçgenleri saymaya başlamışsanız, tebrikler! Algınız yüksek ve polisiye sizin için eşsiz bir hayat tarzı olabilir!


Kana Davet Referans



 Kana Davet hakkında yazar yorumları;


Hangi duygu bir hesaplaşmayı haklı çıkarabilir. İntikam mı, ego mu? Yazar bu ilk romanında sizi taraf olmaya zorluyor.

                                                                                                                                          Erol ÇELİK
Kesişen yollarında tek başına ayakta kalmanın birbirini ezmekten, baskı kurmaktan ve  hakimiyetin sadece bir kişinin taşıyabileceği bir meşale olduğunu sanıp da gerçeğe döndüklerinde aslında sırt sırta vermenin ne denli büyük bir güç olduğunu gösteren köklü bir renk Kana Davet...
                                                                                                                                   Serkan KOKTAY

Üstünlük kurmaya çalıştığın birini dost bellemektir bazen hayat. Hiç ummadığın an, içten içe hayran olduğun yeteneklerine sarılmaktır. Bir kurşunun ucundadır bazen hayat. Üstelik sadece seninki de değil. Resmi bir tabancaya gizlenmiş tek bir mermi. Tüm akışını etkileyebilir hayatın. Beklenmedik bir zamanda, umulmadık kimseleri Kana Davet edebilir. 

Eğer masumsanız tam şuan siz de davetiyenizi aldınız. Keyifle ve heyecanla okumaya başlayabilirsiniz...                                                                                                                                                                                                                                              Ziya NİZAM
Gerçek bir tanışma seremonisi. Karakter analizler tam yerinde, kurgu tahlili muhteşem. Olağanlığı sıra dışı bir yanıltma ile gözlerinizin önünde sizden saklamayı başaran harika bir ilk roman. Yazarın ikinci çalışmasını merakla bekliyorum.

                                                                                                                                                                                                                                                              Selim ÇİPRUT
"Türk polisiye edebiyatı yepyeni ve başarılı bir eser kazandı. Henüz yazarının ilk romanı olmasına rağmen, okur ilk sayfasından son satırına kadar büyük bir heyecan ve merakla, kitabı elinden bırakmadan okuyabiliyor. Özellikle romanın finali tek kelime ile olağanüstü. Bir okur olarak yazardan bu başarısının devamını beklemek hakkımızdır. Polisiye romanlardan hoşlanan tüm okurlara zevkle okumalarını tavsiye edebilirim...

                                                                                                                                           Osman AYSU 

9 Mayıs 2015 Cumartesi

yazarın mürekkepsizi

vakti ile kalkıştığı bir "yazma" eylemi; bu eylemin peşi sıra "sektör" içinde kendine yer etme çabası; bu çaba yetmezmiş gibi bir de "memnuniyet" mücadelesi...
iştahlı bir okur değilim. hiç bir zaman da olmadım. fakat bir gece ansızın yoğunlaşan dürtüler ile "neden yazmıyorum" şeklinde zihnimde beliren sorulara cevap olarak Kana Davet, ilk elin günahı olmaz niyeti ile ikinci hamur kalitesinde bir "kitap" haline getirildi.
zordu! zor olan karşımdaki 17" lik ultrabook'un ekranında yanıp sönen klavye imlecinin gidip gelmesinin seyri olmadı hiçbir zaman! zor olan, "son" ibaresinin peşi sıra gerçekleşenler idi.
yazmak kolaydı çünkü hayaller, dizginlenemezdi. kolaydı çünkü bir şehir şebekesinin elektriğine ihtiyaç duydum yalnızca.
zor olan; edebiyatın da kendisine ticaret sermayesinde yer bulabilmesine sevinmeli mi yoksa üzülmeli mi kararını verebilmekti. aç gözlüydü yayın evleri ve sizin emeğinizin hiçbir somut ya da soyut değeri yoktu. ağızlarından salyalar akıtarak ve küstahça orta halin biraz üstünde olan ve geçiminizi sağlayabilmek adına imkanlarınızı kimi zaman kısıtlamak zorunda kaldığınız maaşınızın neredeyse üç-dört katını talep edebiliyorlardı. uykusuz gecelerinizin eseri olan müsveddelerinize bakma cömertliğini de esirgeyip, "sefilleri" dahi yazsanız bir öneminin olmadığını öğreniyordunuz akabinde. senet, noter, tasdik, teminat gibi terimleri edebiyatın ana kuvözünde, yayın evinin "vergi levhası" altında zikrediyordunuz daha sonra.

yazmak ucuz, okumak pahalıydı bu sebepten.

olur da içinizde bir dürtü size de "neden yazmıyorum" sorusunu doğurursa, kütüphanenize nasıl bir evlat yerleştireceğinizin hesabını iyi yapın.
selam ile...